Search
Close this search box.

Duygular da Göç Eder: Duyguların Kültürlerarası Yolculuğu

  • Mayıs 7, 2025
  • (0)

Yazan: Klinik Psikolog Şeyda Uzunbay

seydauzunbay@gmail.com / instagram: psk.seydauzunbay

Duygular, her bireyin iç dünyasında biricik izlerle şekillenir. Aileyle kurulan ilk bağlardan erken çocukluk anılarına; kişilik yapımızdan toplumsal rollerimize kadar pek çok etken, duygularla kurduğumuz ilişkiyi biçimlendirir. Kimimiz hissettiklerini kolayca dışa vurur, kimimiz ise kelimelere dökemediği duyguları içinde taşır.

Bu yazı, bu bireysel farklılıkların ötesine geçerek, göç deneyimiyle birlikte duyguların nasıl dönüşebileceğini sorguluyor. Sizleri bu yazıda; dilin, kültürün ve mekânın; duyguların ifade ediliş biçimlerini, hissedilişini ve hatta anlamını nasıl dönüştürebildiğini keşfetmeye davet ediyorum. Bu yazıda ele alınanlar, kültürel örüntüler üzerinden şekillense de, her bireyin duygusal deneyiminin kendine has olduğunu hatırda tutmak gerekir.


Duyguların Dili: Anadilden Yabancı Dile Duygulanımın Yolculuğu

Göçle birlikte değişen yalnızca coğrafya değildir; kişinin kendini ifade etme biçimi, duygularını ifade ettiği dil de değişir. Yeni bir ülkede, özellikle de İngilizce gibi evrensel bir dili konuşurken, duygularımızı artık anadilimizde değil, çoğu zaman ikinci bir dilde kurarız. Bu geçiş, sadece kelime değişimi değil; duygularla kurulan ilişkinin de yeniden yapılanması anlamına gelir.

Jean-Marc Dewaele (2010), bireylerin farklı dillerde duygularını ifade etme biçimlerinin, o dille kurdukları kişisel ve toplumsal bağlara göre değiştiğini ortaya koyar. Anadilde duygular genellikle daha yoğun, daha bedensel ve daha içgüdüseldir. Buna karşılık ikinci bir dilde ifade, daha düzenli, daha kontrollü ve çoğu zaman daha mesafeli olabilir. Örneğin, “seni seviyorum” gibi duygusal ifadeler ikinci bir dilde söylendiğinde, bireylerde daha düşük düzeyde duygusal aktivasyon gözlemlenmiştir (Dewaele, 2004).

Ancak bu mesafe sabit değildir. Zaman içinde, ikinci dilde kurulan ilişkiler, yaşanan kırılmalar, başarılar, kayıplar ve küçük sevinçler birikir. Bu birikimle birlikte yabancı dildeki duygular da derinleşmeye başlar. Başlangıçta bir kabuk gibi gelen bu yeni dil, zamanla duyguların içinden geçebileceği bir damara dönüşebilir. Yine de birçok göçmen için anadil, hâlâ duyguların en sahici, en çiğ ve en doğrudan ifade edilebildiği zemindir. Dewaele’in (2004) ifadesiyle: “Anadil, duyguların doğduğu yerdir; diğer dillerde ise o duygular ancak tercüme edilerek yeniden kurulur.”

Bu tercüme süreci her zaman kolay değildir. Bazı duygular, bir dilden diğerine çevrildiğinde anlamını yitirir ya da eksilir. Türkçedeki “içim sıkılıyor” ifadesi, hem duygusal hem bedensel bir hâli anlatırken İngilizcede tam bir karşılık bulmakta zorlanırız. Ama bunun tersi de mümkündür. Örneğin, İngilizcedeki “overwhelmed” kelimesi, birden fazla duygunun — baskı, yoğunluk, karmaşa, yorgunluk — aynı anda yaşandığı bir hâli tek başına taşıyabilirken, Türkçede bu hissi anlatmak için birkaç cümleye ihtiyaç duyabiliriz. Bu durum, her dilin yalnızca bir ifade aracı değil, aynı zamanda duyguları yapılandıran bir zihin haritası sunduğunu gösterir.

Dil, duyguların yuvasıdır; ama bazen göçle birlikte bu yuva yer değiştirir. Yeni dil, başta bir misafirlik gibi hissedilirken zamanla bazı duygular için kalıcı bir ev hâline gelir.


Kültürel Normların Etkisi: Duygunun Toplumsal İklimi

Her toplumun duygulara biçtiği bir kıyafet vardır. Kimileri üzüntüyü sessizlikle taşır, kimileri öfkeyi alenen yaşar; bazı yerlerde sarılmak doğal bir yakınlık göstergesiyken, bazılarında ise bir sınır ihlali olarak algılanabilir. Türkiye’de büyümüş biri için duygular genellikle ilişkisel, sıcak ve yüksek seslidir. Duygular yalnızca hissedilmez; paylaşılır, duyurulur, kimi zaman da yoğunluğuyla taşar.

İrlanda’da ise duygular, genel olarak daha içsel ve kontrollü bir biçimde yaşanır. Bu kültürel farklılık, göçmen birey için duygusal ifadelerin daha sessiz, daha içe dönük biçimlerde karşılandığı yeni bir duygulanım alanına adım atmak anlamına gelebilir. Alışık olunan duygu anlatım yollarının burada aynı karşılığı bulmaması, zaman zaman ince bir mesafe, belirsiz bir anlaşılmama hissi yaratabilir. Bu da tamamen insani ve sürecin doğal bir parçası olan geçici bir deneyimdir.

Elbette bu geçiş her bireyde aynı şekilde yaşanmaz. Bazıları bu daha mesafeli yapıyı sınırlayıcı bulabilirken, bazıları içinse bu farklılık, duygularla kurulan ilişkinin derinleşmesine ve daha incelikli bir içgörüye alan açabilir. Zamanla birey, kendi kültürel referanslarını yeni değerlerle harmanlayarak, duygularını hem geçmişten hem şimdiden beslenen çok katmanlı bir zeminde yeniden anlamlandırabilir. Böylece duygu dünyası, iki kültür arasında salınan bir köprüye dönüşür—bağ kuran, dönüştüren ve genişleten bir köprüye.

Nitekim kültürel psikoloji literatüründe bu sürecin bir adı da vardır: duygusal kültürel uyum (emotional acculturation). De Leersnyder ve arkadaşlarının (2013) belirttiği gibi, bireyler zamanla içinde bulundukları toplumun duygusal normlarına duyarlılık geliştirir; yalnızca davranışlarında değil, hissediş biçimlerinde de kültürel bağlama uyum sağlayabilirler. Bu, bireyin kendi duygularını terk etmesi değil; onları yeniden yorumlaması ve genişletmesidir.


İklim, Mekân ve Duygulanım

Göçtüğünüz yerin gökyüzü ruh hâlinizi etkiler mi? Elbette. İklim sadece bedenimizi değil, duygularımızı da etkiler. İrlanda’da gökyüzü çoğu zaman gri; güneş çekingen, rüzgâr ise hiç dinmeyen bir eşlikçi gibi bazen savurarak, bazen fısıldayarak yanınızdan geçer.

Kaplan & Kaplan (1989), doğal çevrenin zihinsel ve duygusal yenilenme üzerindeki etkisinden söz ederken, aslında iç dünyamızla dış mekân arasındaki ilişkiye de işaret ederler. Göçle birlikte yalnızca adresimiz değişmez; iç sesimizin yankılandığı duvarlar, duyguların yerleştiği iklim de dönüşür. Dışarıdaki yağmur, bastırılmış bir hüznü gün yüzüne çıkarabilir; doğanın ağır ritmi ise duygularla kalabilmenin, onlara yer açabilmenin yolunu açar.

İrlanda’nın uzun süren bulutlu günleri ve sınırlı güneş ışığı, özellikle göçün ilk dönemlerinde yalnızlık, içe çekilme ve melankoli gibi duyguları tetikleyebilir. Bu durum yalnızca göçmenlere özgü değil; araştırmalar güneş ışığı eksikliğinin Mevsimsel Duygudurum Bozukluğu (Seasonal Affective Disorder) gibi klinik tablolarla ilişkilendirildiğini göstermektedir (Rosenthal et al., 1984). Kuzey iklimlerinde yaşayan bireylerde SAD daha sık görülür ve bu, yerel halkın da ruh hâli üzerinde belirleyici olabilir.

Ancak doğa yalnızca karamsarlık üretmez. Bazen kaybolmuş ritmimizi yeniden bulmamız için sessizce bize eşlik eder. İrlanda’nın yavaş akan zamanı, kalabalıklardan arınmış sokakları ve doğayla iç içe yapısı, insanı dışarıdan içeriye çeker. Gürültünün azaldığı bu coğrafyada kendi iç sesimizi daha net duymaya başlarız. Belki de güneşin nadiren görünmesi, dikkatimizi dışardan içeriye yöneltir; dışarının parlaklığı azaldıkça içerinin tonlarını fark ederiz. Burada doğa, duygularla kalabilmenin ve kendimizle baş başa olabilmenin mekânı olur.



Kültürel Normların Etkisi: Duygunun Toplumsal İklimi

Her toplumun duygulara biçtiği bir kıyafet vardır. Kimileri üzüntüyü sessizlikle taşır, kimileri öfkeyi alenen yaşar; bazı yerlerde sarılmak doğal bir yakınlık göstergesiyken, bazılarında ise bir sınır ihlali olarak algılanabilir. Türkiye’de büyümüş biri için duygular genellikle ilişkisel, sıcak ve yüksek seslidir. Duygular yalnızca hissedilmez; paylaşılır, duyurulur, kimi zaman da yoğunluğuyla taşar.

İrlanda’da ise duygular, genel olarak daha içsel ve kontrollü bir biçimde yaşanır. Bu kültürel farklılık, göçmen birey için duygusal ifadelerin daha sessiz, daha içe dönük biçimlerde karşılandığı yeni bir duygulanım alanına adım atmak anlamına gelebilir. Alışık olunan duygu anlatım yollarının burada aynı karşılığı bulmaması, zaman zaman ince bir mesafe, belirsiz bir anlaşılmama hissi yaratabilir. Bu da tamamen insani ve sürecin doğal bir parçası olan geçici bir deneyimdir.

Elbette bu geçiş her bireyde aynı şekilde yaşanmaz. Bazıları bu daha mesafeli yapıyı sınırlayıcı bulabilirken, bazıları içinse bu farklılık, duygularla kurulan ilişkinin derinleşmesine ve daha incelikli bir içgörüye alan açabilir. Zamanla birey, kendi kültürel referanslarını yeni değerlerle harmanlayarak, duygularını hem geçmişten hem şimdiden beslenen çok katmanlı bir zeminde yeniden anlamlandırabilir. Böylece duygu dünyası, iki kültür arasında salınan bir köprüye dönüşür—bağ kuran, dönüştüren ve genişleten bir köprüye.

Nitekim kültürel psikoloji literatüründe bu sürecin bir adı da vardır: duygusal kültürel uyum (emotional acculturation). De Leersnyder ve arkadaşlarının (2013) belirttiği gibi, bireyler zamanla içinde bulundukları toplumun duygusal normlarına duyarlılık geliştirir; yalnızca davranışlarında değil, hissediş biçimlerinde de kültürel bağlama uyum sağlayabilirler. Bu, bireyin kendi duygularını terk etmesi değil; onları yeniden yorumlaması ve genişletmesidir.


Duyguların Göçle Genişleyen Haritası



Yeni bir kültürle temas etmek, duygusal deneyimlerimizi yalnızca dönüştürmez; onları çoğul hale getirir. Göç, kimi zaman içe çekilme, kimi zamansa yeni anlamlara açılma sürecidir. Bu süreçte birey, yalnızca kendi duygularını yeniden düzenlemez; aynı zamanda başkalarının duygusal ifade biçimlerine karşı da daha esnek, daha duyarlı hâle gelir. Farklı sessizlikleri, farklı coşku biçimlerini tanımak; empatiyi kültürler arası bir duyumsama biçimine dönüştürebilir. Böylece kişi, kendi iç dünyasını genişletirken, başkalarının duygularına da daha derin bir alan açar. Bu yazı, tam da bu genişlemenin izini sürmek; duyguların yer değiştirdikçe nasıl yeniden anlam kazandığını birlikte düşünmeye davet etmek için yazıldı.

Bir sonraki yazıda, bu çok katmanlı yolculuğun farklı bir yönüne birlikte bakmak dileğiyle.

Klinik Psikolog Şeyda Uzunbay’ın sitemizde yayınlanan “Göç Yarım Kalmışlık mı? Kendini Keşfetme Yolculuğu mu?” başlıklı yazısını bu linkten okuyabilirsiniz

Kaynakça

Barrett, L. F. (2017). How Emotions Are Made: The Secret Life of the Brain. Houghton Mifflin Harcourt.

Caldwell-Harris, C. L. (2015). Emotionality differences between a native and foreign language: implications for everyday life. Current Directions in Psychological Science, 24(3), 214-219.

Dewaele, J.-M. (2004). The emotional force of swearwords and taboo words in the speech of multilinguals. Journal of Multilingual and Multicultural Development, 25(2–3), 204–222.

De Leersnyder, J., Boiger, M., & Mesquita, B. (2013). Cultural regulation of emotion: Individual, relational, and structural sources. Frontiers in Psychology, 4, 55. https://doi.org/10.3389/fpsyg.2013.00055

Kaplan, R., & Kaplan, S. (1989). The experience of nature: A psychological perspective. Cambridge University Press.Rosenthal, N. E., Sack, D. A., Gillin, J. C., Lewy, A. J., Goodwin, F. K., Davenport, Y., … & Wehr, T. A. (1984). Seasonal affective disorder: A description of the syndrome and preliminary findings with light therapy. Archives of General Psychiatry, 41(1), 72–80.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir