Search
Close this search box.

Göç: Yarım Kalmışlık mı? Kendini Keşfetme Yolculuğu Mu?

  • Nisan 13, 2025
  • (0)

Yazan: Klinik Psikolog Şeyda Uzunbay

Bir önceki yazıda da değindiğimiz gibi göç:  Coğrafi bir değişiklik değil, aynı zamanda benliğin, kimliğin, aidiyet duygusunun da yeniden şekillenmeye başladığı çok katmanlı bir yolculuk.

Klinik Psikolog Şeyda Uzunbay’in Göç: Yalnızca Bir Yer Değişikliği mi, Yoksa Daha Derin Bir Arayış mı? başlığıyla irishturks.com’da yayınlanmış olan yazısına bu link üzerinden ulaşabilirsiniz.


Psikanalist Winnicott’un “geçiş alanı” adını verdiği bir kavram vardır; bu alan, ne tamamen geride bıraktığımız geçmişe ne de henüz tam olarak içine giremediğimiz bugüne aittir. Türkiye’de taşıdığımız kimliklerle, İrlanda’da inşa etmeye çalıştığımız benliğimiz arasında bir yerde, sanki askıda kalmış gibi hissederiz kendimizi. Ne tam oraya aitizdir artık, ne de bütünüyle buraya. Göçmenliğin belki de en sessiz ama en derin evresi tam da bu arada kalmışlık hâlidir.

“Balayı Dönemi”

İrlanda’ya ilk geldiğimizde bir çoğumuz “balayı dönemi” yaşadık. Yeni bir ülkenin sunduğu farklılıklar, keşfedilmemiş sokaklar.. Ancak zamanla bu tazelik yerini daha karmaşık duygulara bırakır. Dilin sınırları, kültürel kodların yabancılığı ve kurulamayan derin ilişkiler, içimizde yavaş yavaş yer eder. Türkiye’den gelen haberler de tüm bunların üzerine ince bir sis gibi çöker. Oradaki sevinçleri ve acıları buradayken deneyimlemek; sanki kalbin bir yanı hâlâ oradayken, bedenin burada yaşamaya çalışıyor gibi. Sevinçler içimizde bir buruklukla yankılanır, acılar ise kilometrelerce öteden gelip kalbimizin tam ortasına yerleşir. Bazen bir tebessümle, bazen bir boğaz düğümüyle karşılarız o haberleri. Ne tam içindeyiz ne de dışında; camın ardından izler gibi, görür ama dokunamayız. 


Ve tüm bu içsel gelgitlerin ortasında zamanla şunu fark ederiz: Göç, yalnızca yeni bir hayat kurmak değildir. Aynı zamanda, eski benliğimizle burada inşa etmeye çalıştığımız yeni halimiz arasında kırılgan bir köprü kurma çabasıdır. Göçmenlik, tam da bu nedenle, bir yerden diğerine geçmek değil; bir halden, bir kimlikten, bir aidiyet biçiminden ötekine evrilmeye çalışmaktır. Ne tamamen geçmişe aitizdir artık, ne de bugünün tam içinde hissederiz kendimizi. Tıpkı Winnicott’un tanımladığı geçiş alanı gibi: Belirsiz, yer yer flu, tanıdık ama yabancı. Zaman zaman güvensiz ve yorucu. Bu alan, netlik vaat etmez; çoğu zaman yalnızlıkla, karmaşayla, iç çatışmayla örülüdür.

Ama tam da bu kırılgan zeminde, dönüşüm için incecik bir damar vardır. Bu geçiş alanı, her ne kadar konforsuz ve bulanık olsa da; eskiyle yeniyi harmanlayan, kendimize daha geniş bir iç dünya kurabileceğimiz bir yer olabilir. Ve belki de aidiyet dediğimiz şey, bir yere varmak değil; yolda kalmayı göze alabilmektir — eskiyle yeniyi bir arada taşıyabildiğimiz o ince, kırılgan çizgide.

Göç Yolculuğunda sana eşlik edebilecek bazı öneriler

Geçiş Nesneleri Yaratmak

Yeni bir ülkeye yerleştiğinde yanında getirdiğin bir fincan, çocukluktan kalan bir kitap ya da annenin ördüğü bir atkı bazen hiç tahmin etmediğin bir şekilde seni tutabilir. Eğer fiziksel bir eşya getiremediysen; zihinsel bir geçiş nesnesi yaratabilirsin: Her sabah duyduğun bir müziği yeniden dinlemek, bir duayı ya da bir söz öbeğini hatırlamak da tanıdık duyguları geri getirebilir. Bu nesneler ya da ritüeller, yeni olanın içinde seni daha güvende hissettirebilir.

Duygularına İsim Ver

Göçle gelen duygular bazen tanıdık olmayabilir: Özlemle yalnızlık birbirine karışır, güvensizlik utanca, umut korkuya… Bu yüzden zaman zaman kendine şunu sormak iyi gelir: “Bu his neye benziyor?”, “Ne zaman ilk kez hissetmiştim bunu?” Örneğin bir sabah gözlerini açmak istemediğinde, belki de yorgun değil, kaybolmuş hissediyorsundur. Duygulara isim vermek, onları tanımaya ve içinden geçmeye alan açar.

Yasına İzin Ver

Bıraktığın bir evi, bir alışkanlığı, her gün uğradığın bir marketi, hep yürüdüğün bir sokağı özleyebilirsin. Bu kayıpların yasını tutmak tıpkı bir vedayı kabullenmek gibi doğal bir süreçtir. Üstelik bu yas sadece geçmişte kalanla değil, artık mümkün olmayan ihtimallerle de ilgilidir. “Şu an Türkiye’de olsaydım, belki o anlarda orada olacaktım…” gibi düşünceler, yası canlı tutabilir. Kendine şu cümleyi hatırlatabilirsin: “Bu bir şeyin yanlış gittiğini değil, içimin bir parçayla vedalaşmakta olduğunu gösteriyor.”

Yeni Yerin Ritmini Hisset

Yeni bir ülkenin ritmini öğrenmek, aidiyetin duygusal yollarından biridir. İnsanlar markette nasıl selamlaşıyor? Yaşadığın ülkenin özel günleri, ritüelleri nasıl? Ülkenin edebi eserlerine, sinemasına, tarihine, doğasına, müziğine de kulak vermek bulunduğun yer ile bağ kurmanı kolaylaştırır. 

Yaz, Paylaş, Bağ Kur

Duygular içimizde dolaşır ama dışa vurdukça netleşir, hafifler. Duygularını yazıya dökmeyi denemek iyi bir başlangıç olabilir. Seninle benzer yollardan geçen insanlarla buluşmalara katılmak, destek gruplarına ya da kültürel etkinliklere gitmek, bu tür bağlantılar, hem yalnızlık hissini azaltır hem aidiyet hissini güçlendirir. Duygular sadece kelimelerle değil, bedenle ya da sanatla da ifade edilebilir. Yürüyüşe çıkmak, müzikle uğraşmak, çizim yapmak gibi yollarla da içindekini dışarı çıkarabilirsin. İçinde olanı görünür kıldığında, hikâyen geçmişte değil, şimdi ve burada da yaşamaya devam eder.

Göç etmek, köklerinden uzaklaştıkça yeni dallar vermeye çalışmak gibi: Tutunmakla bırakmak arasında, geçmişle gelecek arasında, özlemle kabullenme arasında salınmak.

Ve belki de en çok bu arada kalmışlıkta büyüyoruz.

Umarım bu yazı, senin yolculuğunun bir parçasına dokunabilmiştir. Bir sonraki yazıda, yeniden buluşmak ve birlikte bu sürecin derinliklerine inmeye devam etmek dileğiyle.

İLETİŞİM

seydauzunbay@gmail.com / instagram: psk.seydauzunbay

KAYNAKÇA

Winnicott, D.W. (2014). Oyun ve gerçeklik. Tuncay Birkan (Çev.). Metis Yayınları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir